07.07.2014,Murat Yülek,Dünya

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Cumhurbaşkanı’nı halk seçecek. Bu, ülkemizde demokratik olgunluğun yerleşmesi açısından önemli bir eşik. Siyasi partiler fikir teşekkülleridir. Ülkenin gelişmesi açısından kendi siyasi fikirlerinin diğerlerinden daha uygun ve gerekli olduğunu düşünen insanlar bir siyasi parti çatısı altında toplanırlar; yönetici, üye ya da oy veren olarak.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, aday belirleme sürecinde tabii olarak siyasi partiler en önemli aktörler. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen dört partiden ikisi, Ak Parti ve HDP, kendi adaylarını gösterdiler. Diğer ikisi, CHP ve MHP ise siyasi olarak kendilerinden çok daha fazla Ak Parti’ye yakın bir adayı ‘çatı aday’ olarak belirlediler. Bu, bu iki partinin toplumda Ak Parti’nin siyasi görüşlerinin daha büyük bir karşılığa sahip olduğuna inandıklarını gösteriyor. İki büyük muhalefet partisi bir nevi iktidarın siyasi görüşlerine ‘yakınsıyor.’ Bu iki partinin, özellikle CHP’nin tabanının bu ‘yakınsamaya’ nasıl baktığını seçimlerde göreceğiz.

Eğer böyle bir yakınsama ‘fikri’, köktenci değil sadece taktiksel ise, bu yakınsamanın iki sebebi olabilir. Birincisi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yükselişinin ‘önünü kesmektir.’ Muhalefet, Başbakan Erdoğan’ın halk nezdinde devam eden itibar ve popülaritesinin muhalefet partilerinin kendi yükselişlerini engellediğini düşünüyor ise, temelde Başbakan Erdoğan’a siyasi açıdan benzer fikirlere sahip bir alternatifi aday göstererek bu yükselişe önemli bir darbe vurmayı planlıyorlar. Ancak, muhalefet bu saikten hareket ettiyse sonuçta birer siyasi parti olarak kendi varlık sebeplerine aykırı davranmış oluyorlar.

Muhalefet partilerinin siyasi olarak Ak Parti’ye yakın bir aday göstermelerinin ikinci sebebi Ak Parti’nin ekonomik alanda gösterdiği performans olabilir. Türkiye son on iki yılda içerideki yoğun siyasi gelişmelere ve dışarıdaki yoğun çatışma ve hatta savaşlara rağmen makro ekonomik açıdan çok başarılı bir performans gösterdi. Bunda, dış ekonomik konjonktürün ürettiği yüksek likiditenin pozitif etkileri olmadı değil. Ancak özellikle 2008 sonrasında dış ekonomik konjonktürün negatif etkileri de oldu. Düşen dış talep, Çin’den gelen rekabet, Türk Lirası’nın yükselen değeri gibi. Sonuçta, makroekonomik açıdan bir başarı varsa bu büyük ölçüde Ak Parti Hükümetleri’nin ekonomi yönetiminin başarısından kaynaklandı.

Sebepleri ne olursa olsun, en büyük iki büyük muhalefet partisinin, Ak Parti tarafından da aday gösterilebilecek birisi yerine siyasi fikirlerini temsil edebilecek bir aday bulabilmeleri, Türkiye’nin bu ilk halk seçiminde siyasi olgunluğumuzun gelişmesine daha iyi hizmet ederdi diye düşünüyorum.

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi son on iki yıldaki ekonomik performansın devam etmesini sağlar mı? Eğer güçlü kabineler oluşturulursa Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması Türkiye’nin ekonomik gelişimini daha da hızlandırabilir. Zira Türkiye’nin temel makroekonomik dengeleri Cumhuriyetin kuruluşundan beri hiç olmadığı kadar güçlü olsa da reel/ sınai/teknolojik dönüşümünü henüz tamamlayamadı. Bunun için istikrarlı en az iki on yıla ihtiyacı var. Son senelerde, kamu kesimi teknolojik ve yenilikçi gelişmeyi destekleyici bir eko sistemin oluşturulması konusunda önemli yapı ve araçlar geliştirdi. Bu olumlu reformları bu köşeye taşımıştık. Daha da geliştirilmesi gereken bu yapısal değişim momentumun etkileri ancak 10 yıl sonra görülmeye başlayacak. Bu süreçte, sembolik değil aktif ve vizyon sahibi bir Cumhurbaşkanı Türkiye’ye kritik dönüşüm sürecinde fayda sağlar