29 Temmuz 2013, Murat Yülek, Dünya

27 Temmuz 2013 tarihinin uluslararası basın tarihinde tarihine kara bir leke olarak geçeceği kesin gibi. Ancak, bu Ortadoğu’nun yeni şekillenme sürecinde koordineli bir hareketin parçası da olabilir; koordinasyonun aktörleri Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve bazı Arap ülkeleri. Yine de Türkiye’yi de yakından ilgilendirfen bu koordineli hareketin başarıya ulaşıp ulaşmayacağı o kadar kesin değil.

Önce basın tarafına bakalım. Mısır’da, bazı rivayetlere göre 130 diğerlerine göre ise 200’e yakın sivilin Mısır ordusu tarafından öldürüldüğü ve 5 bin civarında insanın da yaralandığı günden bahsediyorum. Aynı gün CNN ekranlarında ana tartışma konuları: Kaliforniya’da iki hafta önce düşen Asiana uçağının düşme sebepleri, İspanya’daki tren kazası vs… CNN mensubu ünlü gazeteci Christian Amanpour ise tatilde olsa gerek; 27 Temmuz günü blogunun değişmeyen manşeti “Boris Johnson’i dünyanın en renkli belediye başkanı mı?” Katliamın yapıldığı günün öğleden sonrasında İngiliz The Times gazetesi web sitesinde en üstlerde, ama Usain Bolt’un vergi problemleriyle ilgili haberinden daha küçük bir alanda, “Mursi taraftarları Mısır’da orduyla çarpıştı” haberi. Cümlenin öznesi siviller. Yani, sivil insanlar silahlı Mısır ordusuyla “çarpışıyormuş.” Le Monde’a göre de Mursi taraftarı siviller “çatışmalarlardan” sonra “ölülerini sayıyorlar.”

Uluslararası basının bu alışılmadık duyarsızlığını en açıklayıcı faktör, Ortadoğu’nun Arap Baharı’ndan itibaren aldığı şeklin batıda yarattığı rahatsızlık olmalı. Mısır’ın 4 bin 500 senelik bilinen tarihindeki ilk seçimleri Müslüman Kardeşler’in kazanması o kadar büyük bir sorun olmayabilirdi. Ancak asıl sorun, Mısır ve Tunus’taki seçimlerde aynı grubun türevlerinin kazanmasından sonra bunun siyasi ve sosyal etkilerinin tüm Arap ülkelerine yayılması riski. Bu, bazı çevrelerin alamayacağı bir risk.

Hem ABD hem de AB’nin darbeyi desteklemesi, Arap ülkelerinden darbe sonrası Mısır’a akan milyarlarca dolar da bu tezi güçlendiriyor. Türkiye’de 1980 ve 1990’larda alışık olduğumuz türden faili meçhullere benzeyen Tunus’taki suikast de.

Tüm bunlar Ortadoğu’da yeni bir post-Arap baharı bir dengenin oluşturulmaya çalışıldığını gösteriyor. Bu senaryoya göre, Kuzey Afrika’da, halkın suikast ve sabotajlarla demokratik sistemden uzaklaştırılıp diktatöryal ya da yarı diktatöryal sistemlere dönüş olacak. Bu sağlanabilirse, takip eden olası senaryo, Gazze’nin Mısır’a, Batı Şeriya’nın da Ürdün’e bağlanması (ve bu sayede bu iki ülkenin yeni bağlanan bölgelerde polislik görevini üzerine alması) ve Suriye’nin de iki ya da üçe bölünmesi.

Bu tür senaryoların gerçekleşmesinde en önemli engellerden birisi Türkiye. Zira, Türkiye kendi bağımsız politikasını izlemeye çalışıyor. Ortadoğu’da bağımsız politika izlemeye karşı toleransın olmadığını biliyoruz. Türkiye’nin son dönemde karıştırılmaya çalışılmasını bu çerçevede değerlendirebilirsiniz.

Ancak, bu tür senaryoların gerçekleşmesi veya uzun ömürlü olması çok zor. Bunun en önemli sebebi, Arap ülkelerinin büyük potansiyellerine rağmen ekonomik açıdan son derece başarısız olmaları ve doğal kaynak zengini olanlar hariç hemen hiç bir Arap ülkesinin istikrarlı bir ekonomik büyüme stratejisi oluşturamaması.

Arap ülkelerinin esasında en önemli zenginlik kaynağı olan genç nüfus işsiz ve mutsuz. Ekonomik yapının kalıcı istikrar alanları oluşturamaması bu kaynağın oluşturulmaya çalışılan istikrarı bozucu bir risk haline gelmesine sebep oluyor. Diktatöryal yönetimler ekonomik açıdan başarısız; demokratik yönetimler ise denenmiyor bile Arap dünyasında. Böyle olunca, Ortadoğu’daki bu yeni şekillenme senaryolarının kalıcı olması imkansız hale geliyor.