Archive April 26, 2011

Diktatörler ve Batı: Değişiklik yok

DÜnya Gazetesi, Küresel Bakış, 28 Mart 2011

İşine yarıyorsa kullan; yaramıyorsa bombala. Batının “değerler bazlı” dış politikasının temel prensibini böyle özetleyebilir miyiz?

Fransız Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı olur olmaz birçok ülkeyi gezerek zor durumdaki Fransız altyapı firmalarına iş istedi. Bunlar arasında Kuzey Afrika ülkeleri de vardı. Hani, şu diktatörler tarafından yönetilen ülkeler. Tunus’ta (ve Kuzey Afrika’da) olaylar ortaya çıktığı zaman, yani henüz Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrileceği pek düşünülmediği zamanlarda, Sarkozy ve Fransız Hükümeti diktatörün yanında yer aldı. Fransız Dışişleri Bakanı Michèle Alliot-Marie ve Başbakan Fillon’un Tunus (ve Mısır) rejimiyle yakın ilişkiler içinde oldukları, bazı “hediyeleşmelerin” söz konusu olduğu anlaşıldı. Sonra Tunus’da diktatör devrildi. Yapılan siyasi hataya binaen Fransa’da da Dışişleri Bakanı istifa etti. Diktatör devrilmese Bakan istifa edecek miydi? Read More

TÜSİAD

DÜnya Gazetesi, Küresel Bakış, 4 Nisan 2011

Güçlü örgütlerin tartışma konusu olmaktan kaçınması zordur. Anayasa raporunu açıkladıktan sonra TÜSİAD’a bazı eleştiriler geldi. Bir süre sonra, TÜSİAD raporun derneğin görüşlerin yansıtmadığını söyleyerek geri adım attı. Bu kez hem derneğin hem Türk iş dünyasının duayenlerinden İshak Alaton’un tepkisiyle karşılaştı.

Bir sürecin bu şekilde yanlış yönetilmesinden TÜSİAD ve diğer benzer derneklere hangi dersler çıkar? Benim gördüklerim aşağıda. Read More

Türkiye, ABD, AB’nde para politikası çerçevesi

DÜnya Gazetesi, Küresel Bakış, 11 Nisan 2011

Merkez Bankası, kendi görev sahasına giren konularda krizi iyi yönetti. ABD’de başladıktan sonra Avrupa’ya da yayılan krizin başlarında TL ve döviz likiditesini artırıcı tedbirler aldı. Krizin ilk etkilerinin ortadan kalkmasıyla bu tedbirleri geriye çevirmeye başladı. Daha sonra geçen sene sonunda, bu kez likidite girişini ve kredi artışı hızını kısıcı tedbirleri uygulamaya başladı. Bunun amacı, ileride krizlere temel sağlayacak kontrolsüz büyümeyi daha sürdürülebilir bir eğilime oturtmaktı. Read More

Durmuş Yılmaz

DÜnya Gazetesi, Küresel Bakış, 18 Nisan 2011

Merkez bankalarının kökleri 18. yüzyılın sonlarına kadar götürülebiliyor. İnsanlık tarihiyle karşılaştırıldığında oldukça kısa bir deneyim. Bu açıdan merkez bankacılığı adlı kurumun daha bebeklik evresinde olduğumuzu düşünebiliriz. Bu kısa ömürde dahi merkez bankaları oldukça köklü bir değişimden geçmesi bu görüşü destekliyor.

Dünyada merkez bankaları genellikle banknot ihracını standardize etmek ve bu yetkiyi tek bir merciye vermek için ortaya çıktı. Diğer önemli işlevi ise bankaların ve finansal sistemin zora düştüğü durumlarda bunlara finans (para) sağlamaktı.

Türkiye özelinde baktığımızda da durum böyle. 1930 yılında kurulduğunda TCMB’nin amacı kalkınma sürecini desteklemek olarak belirlenmişti. Gerçekten, özellikle 1960’lı yıllardan sonra merkez bankası bir nevi kalkınma bankası gibi çalıştı. Örneğin, teşvik sistemiyle desteklenen sektörlere reeskont kredileri yoluyla ticari bankalar üzerinden finansman sağladı.

1990’lı yıllarda banka para programları adı altında bilanço programlaması yaptı. Amaç, merkez bankasının enflasyon hedefine kitlenerek kamu finansmanından uzaklaşmasıydı. Kısa vadeli avansların ortadan kaldırıldığı bu dönemde merkez bankası ister istemez Türkiye’nin iç borçlanmasının katlanmasına katkıda bulundu. Zira, merkez bankası enflasyonist para arzı genişlemesine son vermek isterken kamu açıkları devam edince kamu giderek artan maliyetlerle piyasalardan borç almak zorunda kaldı.

2001’den sonra dünyadaki yeni döneme paralel olarak merkez bankası bağımsız hale getirildi ve enflasyon hedeflemesi yaklaşımı oturtulmaya çalışıldı. Kriz sonrasında, bu köşede daha önce de vurgulandığı gibi, adı konmasa da “enflasyon hedefleme 1.0” bir çok ülkeyle birlikte Türkiye’de de ortadan kalktı. Artık merkez bankaları enflasyon kadar finansal sistemin istikrarını da hedef alıyorlar. Yani, basit enflasyon hedefleme yaklaşımındaki “tek amaç” iddiası ortadan kalmış durumda.

Merkez bankalarının bağımsız olduğu bir ülkede bankanın başındaki ismin öne çıkması gayet doğaldır. Greenspan, Bernanke ve King (hatta Weber) gibi isimler bunun örnekleri. Merkez bankası gözlemcileri ve basın, her an merkez bankası başkanının hükümetin etkisi altında olup olmadığını her an sorgular. Çoğu zaman da bu konuda aşırıya gidilir.

Geçmişe baktığımda Durmuş Yılmaz’ın T.C. tarihindeki en başarılı merkez bankası başkanlarından, hatta belki de en başarılısı olduğunu düşünüyorum. Hem hükümetle, hem merkez bankası gözlemcileriyle ve basınla olan ilişkilerini başarılı yönetti. Başkanlığı sırasında Türkiye dünyada yaşanan krizin etkilerini oldukça az hissetti. Bu dönemde (ve 2006 mini krizinde) merkez bankası gerektiğinde likidite ve faizlerle oldukça ustalıkla oynadı.

Daha önemlisi, Yılmaz merkez bankasının saygınlığını korudu. İlk seçildiği dönemde üzerine merkez bankacılığıyla pek de alakalı olamayan alanlara üzücü bir şekilde giden basın organlarına karşı bir merkez bankacısına yakışır tepki verdi. En önemlisi, Anadolu topraklarının vakur bir evladı olmaktan gurur duyduğunu her an hissettirdi.

Yerine geçen Erdem Başçı da güçlü altyapısının da desteğiyle merkez bankasını daha da güçlendirecektir. Başbakan yardımcısı Ali Babacan’la uzun yıllara dayanan dostluğu merkez bankası bağımsızlığına halel getirmeyecektir. Zira, merkez bankasının performansı enflasyon hedeflerine uyumla kolayca ölçülebilir.