Kurumsal başarının sırrı: meritokrasi

Kurumsal başarının sırrı: meritokrasi

Murat Yülek, 01.11. 2017 Derin Ekonomi

Şirket nasıl daha iyi yönetilir? Devlet nasıl daha iyi yönetilir? Bu sorulara cevap arayışı siyaset bilimi ve işletme teorilerini doğurmuştu. Özellikle ikincisinin üzerinde yüzyıllardır kafa yoruyor insanoğlu. Sokrat’tan Yusuf Has Hacib’e, Maverdi’den Makyavel veya Jean Jack Russo’ya kadar bilinen isimler kadar bunlardan sadece birkaçı. Çok verimli bir düşünme mi belli değil; zira bazen yüzyıllara sari düşünce süreci fasit daireleri de beraberinde getiriyor.

 

Şirketler seviyesinde benzer sorular soralım: Küçük Finlandiya’dan çıkan bir lastik bot üreticisi olan Nokia nasıl oldu da dünyanın en önemli teknoloji şirketleri arasına girdi? Az gelişmiş Güney Kore’de sebze ticaretiyle iştigal eden Samsung nasıl  bir dünya devi haline geldi? Öte yandan, bir zamanların dev teknoloji firması Kodak neden yok olurken, İsviçre saat sanayisi 1990’larda Swatch ile gerilemesini nasıl durdurdu?

Bu sorulara stratejiden finansa çeşitli alanlarda onlarca cevap bulduğunuzu düşünebilirsiniz. Ancak en temel seviyede verebileceğimiz cevap liyakat bazlı yönetimdir (ya da İngilizcesiyle meritocracy). Her sorunun tek anahtarı, kompleks süreçlerin tek açıklayıcısı  olmaz diyeceksiniz. Haklısınız. Ancak liyakat bazlı yönetim olmadan kazanılan her başarının tesadüfi olacağına yine de emin olun. Yöneticilerin bir dahli olmadığı büyük bir iç veya dış şok bir şirketi batırabilir. Ancak bu tür şoklar göz ardı edilirse, her başarısızlığın altında da liyakata dayanmayan atama sürecinin olduğuna rahatça kanaat getirebilirsiniz.

Kısacası, ister şirket ister devlet olsun, kalıcı başarının anahtarı da ve başarısızlığın ilacı da liyakata  dayalı yönetimdir. Kur’an- Kerim’deki bir ayet şöyşe der: “Allah (cc) size emaneti ehline vermenizi ve insanlar arasında hükme varacağınız zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa, 58). Liyakate dayalı yönetimin Kur’an- ı Kerim’de bir opsiyon değil bir emir olarak sunulması önemli ve ilginçtir.

Eğer bu mantık çizgisinde devam edersek, ortaya şu basit başarı reçetesi çıkar: ister lider, ister yönetici olunuz ilk ve en önemli göreviniz ehil insanlarla çalışmaktır. Bunu yaptığınız zaman “sistem mi? insan mı?” ikileminden de kurtulmuş olursunuz. Zira ne kadar iyi ya da kötü olursa olsun, sistemi kuran, devam ettiren ve  reforme eden insandır.

Lider, vizyonu olan ve hedefi  koyandır; başarılı lider hedeflerine ulaşabilendir. Başarılı yönetici ise, kuralları koyarak ve uygulanmasını sağlayarak liderin koyduğu hedefe ulaşılmasını sağlayandır. Bazı başarılı liderler aynı zamanda başarılı bir yönetici de olabilir; liderlik ve yöneticiliğin aynı kişide birleşmesi nadir olsa da mümkündür. Her halukarda başarı için, her ikisinin de ilk yapacağı şey doğru yere doğru insanı koymaktır. Lider, ehil yöneticileri; yöneticiler de kendine destek olacak ehilleri atamalıdır.

Hem iktisat hem de işletme yazınında bahsi geçen kuramlardan birisi “asil-vekil teorisidir.” Asil, işin (hedefin) sahibi vekil ise asil adına işi gerçekleştiren kişiyi tanımlar. Bu teoride, vekilin, asilin işine “tam olarak” sahip çıkmama riskinden hareketle vekilin asilin işini tam görmesi için hangi “teşvik mekanizmalarının” tasarlanabileceği kurgulanır.

Sözün özü; kurumun (şirketin ya da devletin)  başarısı “ehil vekillerin” atanmasından geçer. “Ehil vekil” hem ahlaki hem de teknik açıdan görevini yerine getirmeye muktedir kişidir. Kurumunuzun başarıya ulaşmasını istiyorsanız onu üst düzeyden başlayarak ehil vekillerle donatın. Yetersiz ekip başarısızlığın reçetesidir.

Comments are closed.