“İslam Ekonomisi” ve Sosyal Adalet

“İslam Ekonomisi” ve Sosyal Adalet

Din-iktisat ilişkisini inceleyen Weber, Protestanlığın, mensuplarında ortaya çıkardığı davranış biçiminin kapitalist birikim sürecini tetiklediğini ve geliştirdiğini düşünüyordu. Sombart ise, tersine, Yahudilerin, içinde yaşadıkları batı toplumlarında kendilerini güvende hissetmemelerinden dolayı, tarım yerine büyük ölçüde altın/paraya dayalı tarım dışı sermaye birikimine yöneldiğini ve bunun da kapitalist birikim sürecini doğurduğunu ileri sürmüştü.
Weber ve Sombart’ın kendi düşünce sistematikleri içinde yaptığı şey, sosyal olaylara gözlemci bakış açısıyla yaklaşmak ve tarihteki önemli bir ekonomik paterni bu şekilde yorumlamaktır. Bildiğimiz kadarıyla, sosyal bilimler alanlarında, tarihte bu tür bir yaklaşım ilk defa İbn Haldun tarafından geliştirilmiştir. İbn Haldun, bu açıdan, modern sosyoloji ve tarih kadar bugün anladığımız manada iktisat disiplininin de kurucusudur.
İş bölümü, emek verimliliği gibi temel iktisadi kavramları ilk defa inceleyen kişidir İbn Haldun. Şehirlerin oluşumunu incelerken, artan getiriler, kümelenme gibi bugünün gözde kavramlarının altını da o çizmiştir. Ancak, İbn Haldun, gözlemcilikten normatif ( dini) düzleme de geçerek, meslekdaşı Weber’e göre bakış açısını daha genişletmektedir. Yani, gözlenen insan davranışı/eğilimlerini veri olarak alırken, davranışın birey seviyesinde toplum yararına nasıl değişmesi gerektiği üzerinde de durur.
Hangi ekol olursa olsun, modern iktisat paradigmasının “ortodoks” alanları tamamiyle “pozitif” anlayışla şekillendiğini söylemek mübalağa olmaz. “Normatif” yaklaşım, normun kaynağı ne olursa olsun, tartışmanın dışındadır. O alan etik gibi, iktisat dışı alanlara ayrılmıştır. İşte bu pozitif iktisat yaklaşımın temel defolarından birisi, “insan” davranışının gözlemlerimiz aracılığıyla şekillenen profilinin de ötesinde basitleştirilerek “homo economicus” adlı karakterin üretilmiş olmasıdır. Bu karakterin ana oyuncu olduğu bir oyunda (ekonomide), Adam Smith normatif yaklaşıma “ölümcül darbeyi” vuran düşünür oldu: homo economicus’un bencil ve sadece maddi tüketimle mutluluk duyan karakteri toplum açısından bir sorun teşkil etmiyordu. Zira, bu tür oyuncuların birlikte oynadığı oyunda, toplum açısından en kabul edilir sonucu üreten (Pareto optimalite) şey, bizzat oyuncuların bencillikleri ve mutluluklarının tek boyutlu (maddi) olmasıydı. Bu oyun ekonomik kaynakların en optimal dağılımını sağlıyordu.
Tek bir problem vardı: dağılım. Onu da ekonomik karar alıcılar, vergi / sübvansiyon araçlarıyla halledebilirdi. Dolayısıyla, Adam Smith iktisadında piyasa normatizmi yeniyor, onu gereksiz hale getiriyordu. Devletin, oyuncuların bencilliklerinin maksimize etttiği toplam toplumsal faydayı daha adil dağıtımını sağlaması yeterli oluyor; daha fazla müdahalesi, devlet yapısının kendi hantallığının da etkisiyle toplum açısından istenmeyen sonuçlara sebep oluyordu.
“İslam Ekonomisi’ne” gelince; her şeyden önce, bu terimin, arkasındaki manayı ne kadar karşıladığı ve yanıltıcı olup olmadığı tartışma konusu. Uluslararası finans piyasasının en hızlı büyüyen ve krizden etkilenmeyen segmentinin “İslami” finansman ürünleri segmenti olması, İngiltere’den Dubai’ye her yıl onlarca uluslararası toplantı düzenlenmesi, hatta Prof. Dr. Murat Çizakça’nın İngiltere’de yayınlanan ve çok ses getiren kitabının (Comparative Evolution of Business Partnerships: Islamic World and the West, with Specific Reference to the Ottoman Archives, Leiden: E.J. Brill, 1996) altını çizdiği gibi, bugün kullanılan modern finansman araçlarının (Türkiye’de verilen ismiyle “girişim sermayesinden bill of exchange’e) ve şirket formlarının hemen hepsinin Orta Doğu İslam coğrafyalarında üretilmiş ya da geliştirilmiş olması “İslam Ekonomisi” kavramının etrafındaki bu tartışmayı sonlandırmaya yetmiyor.
Konu çok geniş. Benim açımdan, bir köşe yazısında altının çizilmesi gereken husus Adam Smith’in bencil oyuncularının ve şirketlerin serbest rekabetinin toplumsal maddi refah maksimizasyonu sağladığı dünyası. En önemli İslami bilgi kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de “zekat verin” veya “kazandıklarınızdan fakirlere de verin” emirlerinin yüzlerce defa geçmesini ben, insanın kendi bencil davranış kalıplarını bizzat kendi eliyle değiştirmeden bir ekonomide sosyal adaletin, devlet eliyle dahil olmak üzere, sağlanamayacağına işaret ettiği şeklinde yorumluyorum. Bu, kazandığınız parada başkalarının da hakkı olduğunu düşünmeniz manasına geliyor. İslam dininin (ve en azından hristiyanlık olmak üzere diğer dinlerin) bize öğrettiği en önemli ekonomik fikrin sosyal adaletin sağlanmasının kişisel tercihlerin ve bunların eğitilmesinin kritik öneme sahip olması olduğu düşünüyorum.
Bu yaklaşım, düzenleme / regulation sorunsalına da yansıtılabilir. ABD finans sisteminin çökmesine ve trilyonlarca dolar zarara sebep olan süreci doğuran ana faktör sizce düzenleme-denetleme sisteminin zaafı mı yoksa bankacıların davranış biçimi miydi?

Not: Değerli iktisatçı Al Baraka Türk Genel Müdürü ve Dünya Gazetesi Yazarı Adnan Büyükdeniz’in erken vefatı beni de çok üzdü. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.