IMF’siz dönemin ABC’si

IMF’siz dönemin ABC’si

Türkiye’nin IMF ile program görüşmelerini sona erdirmiş olmasını olumlu bir gelişme olarak algılamak gerekiyor. Türkiye, küresel boyuttaki krizi bu noktasına kadar rekor bir küçülmeye rağmen IMF programına ihtiyaç duymadan atlattı. Dahası, bu dönemde derecelendirme notları yükseldi. Bu tarihi bir gelişme ve Türkiye makroekonomisinin artık belli bir olgunluğa ulaştığını gösteriyor. Doğu Avrupa’dan Latin Amerika’ya kadar bir çok ekonominin IMF desteği almak zorunda kaldığı bir dönemde Türkiye’nin kendi kaynakları ve mekroekonomik yönetimiyle atlatmış olmasının, bu başarının sahibi olan Hazine ve Hükümet tarafından vurgulanması gerekiyor.

IMF ile bir program konusunda anlaşılsaydı, şu an itibariyle Türkiye’nin borçlanma kapasitesini ve maliyetlerini marjinal olarak düşürebilirdi. Ancak geçen haftaki borçlanmanın da gösterdiği gibi IMF programı olmadan da Türkiye uluslararası piyasaladan rahatlıkla ve düşük maliyetle borçlanabiliyor.

Kalıyor risk konusu. IMF ile bir program konusunda anlaşılsaydı, Türkiye dalgalı sularda daha düşük riskle seyredecekti. İyi ama Türkiye Cumhuriyeti ekonomisini daha ne kadar koltuk değneğiyle götürecek?

Geçen hafta eski Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel’in Habertürk’teki bir yazısında Türkiye’nin IMF ile 1958 yılından beri süregelen ilişkisi kısa ve öz aktarılmış. Oradaki rakamlarla hesaplanırsa, Türkiye son 52 sene boyunca toplam 28 seneyi kaplayacak kadar IMF programı imzalamış. Yani, ortalama olarak her yılın altı buçuk ayını IMF desteğiyle geçirmişiz. Bu şekliyle Türk ekonomisi her iki yarıştan birisine dopingle çıkan atlete benzemiş.

Önümüzdeki dönemde riskler yok değil. Herşeyden önce uluslararası iktisadi konjonktür belirsizliklerle yüklü. Bunun Türkiye’nin işini zorlaştıracağı belli. Dahası, 2009’daki rekor küçülmeden sonra 2010’daki büyüme performansı konusunda en azından benim önemli kuşkularım var. Kuşkumuz olmayan konuysa, büyüme performansından bağımsız olarak TL’nin hem dolar hem euroya karşı olan paritesinden kaynaklanarak cari açığın hedefin çok üzerinde olabileceği. Yirmibeş milyar doların üzerindeki bir cari açık, Türk ekonomisinin kırılganlığını artrıracak. Bu durumda borç/GSYİH seviyelerinde, Avrupa ve ABD gibi gelişmiş ülkelere göre kazandığımız büyük avantaja rağmen ekonomimiz bazılarının gözünde kırılgan bir yapı arzedecek.

Esasında IMF’siz bir dönemde değiliz. Bazılarının sandığı gibi IMF üyelerine “küsme” lüksüne sahip olan bir kuruluş değil. Kuruluş amacı görev ve sorumlulukları belli. Dolayısıyla, Türkiye diğer ülkeler gibi sıkıntıya girdiği anda IMF ile görüşmelere başlayabilir. Bu da risk idaresi açısından önemli bir nokta.

Bir önemli risk alanı da para politikası. Merkez Bankası, ekonominin konjonktürel olarak kendi ürettiği enflayon (“ çekirdek enflasyon”) ile toplulaştırılmış enflasyon oranı arasındaki makasın açıldığı bir ortamda kolay bir dönem yaşamayacak. Bütçe kısıtlarının ya da yurt dışından ithal edilen kısmın, toplulaştırılmış enflasyon oranını yükselttiği ancak çekirdek enflasyonun, ekonomik yavaşlama ve kırılgan büyüme ortamında kabul edilebilir seviyelerde olduğu bir ortamda, politika faizlerini yükseltmek, hastalığı tedavi etmek için hastayı öldürmekten farkı kalmaz.

Mali kural konusu bu dönemde önem kazanacak. Ben mevcut formulasyonuyla mali kuralın, görmes istenen “çıpa” fonksiyonunu göremeyeceğini düşünüyorum. Türkiye Mayıs 2008’den beri IMF’siz ve çıpasız büyük bir sorun yaşamadı. Ancak IMF ile ancak ihtiyaç anında görüşülecekl olan önümüzdeki dönemde, borç oranını da kapsayan daha güçlü bir mali kural formülasyonuna ve bununla birlikte de güvenilir ve şeffaf bir denetleyici mekanizmaya ihtiyacımız olarak. Bu da bir başka yazının konusu.

Son olarak bu dönemin en güçlü temalarından birisi de ekonomik büyüme olacak. 2009’daki rekor küçülme işletmeler ve çalışanlarla birlikte bütçeyi de zorladı. İç piyasa da genişleme sınırlı kalacağı için ihracat önem kazanacak. Mevcut kurlarla ihracatçının işi zor. İhracat 2010 ve ötesinde makroekonomik açıdan daha önemli olacak. Bu da, Hazine, DPT, Merkez Bankası’nın yakın koordinasyon içinde değerlendirmesi gereken bir konu.