İsrail’in güç ve barbarlığa dayalı politikası nereye kadar sürdürülebilir?

İsrail’in güç ve barbarlığa dayalı politikası nereye kadar sürdürülebilir?

Diğerine yaşam hakkını kısıtlayan, yakan ve yıkana barbar diyoruz. Diğerlerini korkutarak etki ve kontrol altına alanları, amacına bu şekilde ulaşmaya çalışanları da terörist olarak tanımlıyoruz. Şahıslar gibi ülkeler de barbar veya terörist özellikler gösterebilir. 20. yüzyılda yüz binlerce Ahıska’lı ve Tatar’ı ülkelerinden süren, ölmeleri ve en temel haklarının ellerinden alınması kararlarını veren Stalin’in Sovyetlerini ve yönetimini, Nazi Almanyasını sadece totaliter değil barbar veya terörist olarak tanımlamak mümkün.
21. yüzyılda ise herhalde bir devlet olarak her iki özellikle de tanımlanmaya en iyi aday olarak Netanyahu (ve öncesinde Şaron) İsrail’ini göstermek uygun olur. İsrail bir hafta boyunca elindeki tüm konvansiyonel gücü sivil insanlara yönlendirdi. Onları “cezalandırdı;” “korkuttu,” “pişman etmeye çalıştı”. Sonuçta yüzün üzerinde çocuk, yaşlı, kadın, erkek sivili öldürdü; bine yakın yaralı üretti ve Gazze’de alt ve üst yapıyı her zaman olduğu gibi kışın ortasında yerle bir etmeye çalıştı. Üstelik bu İsrail’in düzenli ve sistematik olarak yaptığı bir şey.

Dahası, bazı İsrail’li generaller yapılanları mağrur ifadelerle, en ufak bir pişmanlık ve üzüntü emaresi göstermeden “twitlediler.” Kendi başına bir kategori olan eski Başbakan Şaron’un oğlu Gazze’yi ellerindeki nükleer silahları da ima ederek ortadan kaldırmaktan bahsetti. Yani topraklarını işgal ettikleri ve insani ve ekonomik gelişmelerini türlü araçlarla kısıtladıkları insanlara verdikleri “cezayı” teknolojinin son ürünü olan sosyal medyayla rahatça paylaştılar.

İsrail bir “güç” oyunu oynuyor. Yüzyıllar boyunca güçsüz olduğu dönemde Avrupa’da olmadık baskıları gören insanların kurduğu bir devletin daha “insani” prensiplere bağlı olmasını beklersiniz. Oysa İsrail, evinden ettiği ve on yıllardır konsantrasyon kamplarında tuttuğu insanların özgürlük ve insan hakkı arayışını güç, baskı, nefret ve intikam isteğiyle kontrol altında tutmaya çalışıyor.

İsrail’de vicdanlı ve akıllı bir kamuoyu kesimi yok değil tabi. Ancak onların sesleri pek çıkmıyor. Çıkan ses daha çok Netanyahu hükümetinin ekonomik başarısızlıklarının getirdiği durumla alakalı. İsrail ekonomisi büyük ölçüde başta Amerika olmak üzere dışarıdan aldığı resmi-gayriresmi yardımlarla ayakta duruyor. Netanyahu Hükümeti’nin Gazze saldırılarını iç gündemi dağıtmak için kullandığını düşünmek de pek abesle iştigal gibi gözükmüyor.

Obama idaresinin tepkisinde gördüğümüz gibi, yurt dışından da İsrail saldırılarıyla ilgili şikayetler yeterince yükselmiyor. Bunun sebebini biliyoruz. Yahudi diasporası yanlış bir politika izleyerek İsrail’deki hükümetlerin her karar ve hareketini destekliyor. Bunu yapmakla esasında İsrail’e zarar verdiklerinin de pek farkında değil Diaspora. Tıpkı Netanyahu’nun “güç” politikasının en büyük zararı esasında kendi ülkesine verdiği gibi.

Netanyahu Amerikan Kongresi’nde bir Amerikan Başkanı’ndan daha yüksek alkış alıyor. Bunun sebebi Netanyahu ya da İsrail’in saygınlığı değil; Amerika’daki Yahudi diasporasının gücü. Ancak, kongredeki alkışların ardından kongre üyelerinin kendi aralarında ne ve nasıl konuştuğu da biliniyor. Son dönemde Kissinger’a atfedilen “on yıl sonra İsrail olmayacak” sözünü de unutmayalım. Amacı İsrail’e desteği artırmak da olabilecek böyle bir sözün bizzat Kissinger tarafından hâlâ yalanlanmaması ilginç.
Dolayısıyla, İsrail’in fiziki ve askeri gücü gibi Amerika’daki “yumuşak” gücünün de bir sınırı var.  Peki bu güç tükenince ne olacak? Geçmişte ektiği tohumlar o gün nasıl biçilecek?

İsrail’in barbarlığa dayalı “güç” politikasıyla nereye kadar gidebileceği belli değil. Bu ülkenin sağduyulu yeni nesil devlet adamlarına ihtiyacı var. İsrail, evlerinden ettiği insanlarla medeni bir uzlaşma içinde girmeden dünyanın saygıdeğer bir üyesi olamayacak. Bu çerçevede uygulamayacağı tüm politikalar asıl zararı öldürdüğü insanlardan çok kendisine vermeye devam edecek.

26 Kasım 2012, Pazartesi

Comments are closed.