300 kişilik Sparta ordusunun koskoca bir Pers ordusunu yendiği bir efsane Hollywood filmlerine konu olmuştu. Aynı anti-emperyalist Yunanlılar 15. yüzyıla Osmanlılara ise engel olamayınca yaygın Yunan inanışına göre, Yunan halkı kahvesinden, dönerine, kadayıfından baklavasına kadar herşeyini kaptırmıştı. Bazı Yunan siyasetçilerine göre, Osmanlılardan sonra Türkiye Cumhuriyeti de aynı çizgiyi devam ettirmeye çalışmıştı; onlara en son 1990’larda Başbakan Tansu Çiller zamanında Türkiye ile Yunanistan arasındaki ‘Kardak Krizi’ Türkiye’nin emperyalist geçmişinin bir modern tezahürüydü.

Jean Claude Juncker 2012 yılındaki bir basın mülakatında Yunanistan’ın mali durumunun kötülüğünün sebeplerini Osmanlı İmparatorluğu’na kadar dayandırmıştı. Juncker’e göre Osmanlı İmparatorluğu’nda kadastral sistem yoktu. Bu da Yunanistan’ın bugünkü problemlerinin sebeplerinden birisiydi.

Osmanlı tarihçileri, Osmanlı arşivlerinde Mora yarım adasındaki çiftçilerin koyun sayılarına kadar yazılı olduğunu söylüyor. Avrupa Birliği’ne girişinden 30 yıl sonra Yunanistan’ın modern kadastral sistemlerin bir çok ülkede ortaya çıkmasından önce, 1830’da Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış olmasını farketmemişti Juncker.

Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne kabul edilmesinde, Akdeniz ülkelerinde askeri yönetimin sona ermesinden sonra demokrasinin güçlenmesi isteği ağır basmıştı. Girişten sonra Yunanistan Avrupa Birliği’nden milyarlarca euro değerinde yardım aldı. Bu destek köklü bir ekonomik kalkınma sürecinde kullanılabilseydi, Yunanistan bugün gelişmiş bir ekonomi olabilirdi. Örneğin, İspanya’nın Avrupa Birliği sürecinde daha reel kazançları elde ettiği görülmüştü.

Ancak Yunanistan, Avrupa Birliği’nden gelen yardımı ve oradan yaptığı borçlanmayı kısa dönemli kazançlara (örneğin memur maaşlarına) dönüştürdü sadece. Yunanistan sanayisini ve bir çok alanda rekabetçiliğini büyük ölçüde kaybetti. Bozulan makro iktisadi dengelerini düzeltemeyince resmi rakamlarını çarpıtarak (misreporting) daha da çok borçlanma yoluna girdi. Sonuçta, yardımlar boşa gittiği gibi ülke borçları ödeyemez duruma geldi ve kreditörlerden borç yapılandırması istendi. Ortaya çıkan ekonomik çöküntü Yunanistan siyasetini de değiştirdi ve sonuçta Syriza iktidara geldi.
Syriza aşırı sol ve aşırı sağ tonları yanı anda içeren dağınık bir siyasi hareket. Siyasi söyleminin temeline popülizmi yerleştirtiği görülüyor; Troyka toplantısını ‘Avrupa karşısında ezilmiyoruz’ gösterisine çeviren Maliye Bakanı, ya da göreve TV kamerası karşısında istavroz çıkarttıktan sonra Kardak’a çelenk atarak başlayan Savunma Bakanı bu söylemin seçim sonrası ilk ilginç örnekleri.
Bu ‘tarz’ Yunanistan’daki ekonomik hayal kırıklığının oluşturduğu Avrupa karşıtı söylemi şimdilik mutlu ediyor olabilir ama bir ekonomik stratejisi olmayan Syriza’nın ülkeyi daha da büyük bir ekonomik sıkıntıya sokacağı kesindir. Avrupa Birliği liderleriyle anlaşıp borçlar konusunda gerçek ya da ‘teatral’ bir zafer organize etme ihtimali yok. Zira AB, ve özellikle Almanya, açısından emsal teşkil edecek bir örneğin kabul edilmesi çok zor. Yunanistan’ın euro dışına itilmesinin zararı bir borç silme operasyondan daha az maliyetli Avrupa için.

Kısaca, Yunanistan şovlarla bezenmiş belirsiz bir döneme giriyor. Avrupa’nın tekdüze hayatına batıdaki aşırı sağ ile birlikte yeni bir acı tat getiriyor Syriza. popülizmiyle ‘Avrupa karşıtı’ söylemi benimsiyor.